26 Aralık 2011 Pazartesi

pek anlamlı





bana, birlikte geçireceğimiz bir yıl daha mı hediye etmiş oldu şimdi...
ne güzel fotoğrafları bulup çıkarmış,
bütün yıl masamın üstünde artık, tam karşıma koydu işte

en güzel yeni yıl hediyesi değil de ne?

23 Aralık 2011 Cuma

noktalı virgül

alarmla kalkmamak insanın gününü resmen pozitif etkiliyormuş. bütün gün uyuklayacağım diye ofise gelmeme rağmen ne güzel, ne zinde geçti bugün, cuma olmasına rağmen, üstüne bir de şu düşük kulaklı için zurnanın zırt dediği yere gelmemize rağmen. her ne kadar istemesem de benim ağzımdan çıkan lafa bağlı işte. -işe ayak uyduramıyorsa, seni zorluyorsa, çıkaracağız... ve bitti gitti. patronla görüşmeler yapıldı, sonuç belirlendi.

bir insanın işten çıkarılmasına onay vermek kötü şey ama ona tam 11 ay süre verildiyse, bu süre içinde 4-5 kere ciddi ikaz edildiyse ve değişen birşey yoksa... rahatım rahatım, buraya yazdığıma bakmayayım ben, erken kalktım ya alarmsız hem de, buna bile sıkılmıyorum işte.

12 Aralık 2011 Pazartesi

yüzyüze

bazen içime anne kaçıyor. ofluyorum pufluyorum da hem yaptığımdan rahatsız hem ortamdan rahatsız, böyle bir çelişki. bi gün de tam tersi, bi bakıyorum salmışım gitmiş.

gelgitler yaşıyorum, kendimi dizginliyorum. yanlışları görüp, rahatsız olup aynısını yapmamaya çalışıyorum. alıştırıyorum kendimi. zamanla olacak.

her kadın annesine benze ya, o da onun annesine... hem kızar hem yapar. bakıyorum şöyle 3 kuşak geçmişe, ananem hala niye haber vermedin diye anneme söyleniyor, annem buna şaşkın, kızsa mı ne yapsa bilemiyor, sonra benzerini bana yapıyor. bakıyorum da bende de bu yönde bir potansiyel var.

diyorum ya dizginliyorum kendimi, ama kararlıyım, her yüzyüze gelişte tespit ediyorum, eliyorum, neler ters teper bir bir yazıyorum kafaya. şu 1 yıl onlarla uğraşma yılı olsun bana. öyle tam hazır olacakmışım gibi geliyor.

21 Kasım 2011 Pazartesi

iç kurtu

sabahın köründe hiç sesine alışık olmadığımız ev telefonunun 5 kere üst üste 1'er defa çaldırılmasıyla iç kurtlarının harekete geçmesi caiz midir?

1. sabah 11'de karşıdaki toplantım, 9'a alında ve beraber gideceğim arkadaş bana iş telefonumdan ulaşamayınca rehberdeki en son ihtimali deneyerek ev numarasını çevirip, bana mesaj vermeye, beni yataktan kaldırıp iş telefonuma bakmama zorlamış olabilir...

2. benim haberdar olmadığım ve geceden sabaha onaylanan uygulamayla, 9-10 sn. önce tespit edilen deprem öncesinde tüm istanbulun ev telefonları çaldırılır...

3. kurduğumuz iki saat de çalmayınca, bizden haber alamayan kişiler ev telefonuna dadanırlar...

4. "sanırım rüyadayım" denir ve ne olur ne olmaz diye telefonun fişi çekilerek uykuya devam edilir...

10 Kasım 2011 Perşembe

detoks

yıllardır geçirdiğim
en uzun,
en buruk,
en bizbize,
en dinlenmeli,
en evcimen,
en az yorgunluklu,
en sakin,
en yolculuksuz,
en stressiz,
en istanbullu,
en basit

bayram tatilliydi.

bizim için bir nevi detokstu, attık bütün fazlalıklarımızı.

2 Kasım 2011 Çarşamba

ofiste yeni düzen

radikal bir kararla diğer departmanla yerler değişir,
patron karısından bozma -bi bu kadın ağzımı bozduruyo zaten- personel ve idari işler müdürünün odası bizim tarafa düşer,
kızım sana söylüyorum gelinim sen anla bağrışlarında gelin rolü bize devrolunur,
onun sesi bastırılsın diye müzik bile açılır,
paravansız masalarda çalışmanın en kötü yanı, çaya bisküvi bandırırken etrafı kollamaktır.

25 Ekim 2011 Salı

tutsam, sarsam sımsıkı, bırakmasam

hep aklıma geldiğinde yazacak yer bulamıyorum, en çok da yolda geliyor. otobüsün yada arabanın camından dışarı bakarken. o anda yazabilsem keşke telefona filan ama değil yazı yazmak arama yaparken isimlere bile baktığımda midem bulanıyor. eskiden böyle miydi kitap okurdum ben otobüslerde, bu yaştan sonra bi de bu çıktı.

bugün tam da köprüden geçerken girdi aklıma. 12 sene önce bugün, bu saatlerde nasıldın, şimdi nasılsın. o gün, daha sonraki günler nasıl geçecek, bundan sonra hayat nasıl geçecek diye düşünürken, bak 12 sene sonra nerdesin, ne yapıyorsun, neler önceliğin olmuş. o gün, 12 sene sonra bu anda İstanbul'da, köprünün üzerinde, bu manzaraya alışık, bıkmış, o güne geri dönmek isteyebileceğin... biri söylese o halimle bile gülerdim. hep 99 depremi ile birlikte hatırladım bugünü, ya da o depremi hatırladığımda bugün aklıma gelirdi. bu sene, 12. seneyi de depremle hatırlıycam demekki.

12 seneden beri en nefret ettiğin 2 sözden biri; ateş düştüğü yeri yakar. bir haftadır da bunları duymaktan sıkıldım. ateş tabiki düştüğü yeri yakacak, herkes her kayıba, en yakınının, canının ciğerinin acıymış gibi davranırsa bu hayat nasıl olur, nasıl çekilir. o sözü söyleyip geçmek değil, empati kurmak önemli olan. şehit, deprem, kaza, kuşun...

her sene, nasıl da alıştığımıza şaşıyorum. zamanı sayıyorum, 0 noktasından sonrası uzamaya başlıyor artık. ne kötü, daha da uzayacak, söylemesi bile zor gelecek.

12 Ekim 2011 Çarşamba

kulağı düşük

en uygun tabir buymuş. bi de söylerken elle bir hareket yapınca pek komik oluyor.

her insanın algı eşiği ne kadar farklı, şu işe başlamadan önce de hep karşılaşırdım ama konu proje teslim okul vs değil, bildiğin eli sopalı, dili bi karış müşteri olunca benim de tepe tasımı arttıyo bu tipler. hep onun bilgisayarı takılır, hep onun işleri ağır olur, o hep yoğun olur, hep bi mazaret, bi dudak büküklüğü ile işte böyle böyle oldu da o yüzden şöyle oldu da....

şu işyerinde kaç kişiye sıfır tecrübe ile birşeyler öğretmeye çalıştım, ama bu adam bildiğin bi kulağı düşük köpek yavrusu gibi, hep mi geli kalır, hep mi bi ayağı tökezler. gülüyorum bazen de öyle idare ediyorum işte

11 Ekim 2011 Salı

gün geçirmece

hep şikayet hep şikayet. sonunda al sana hem beyin hem de beden yorgunluğu. ne hayalle girdiğimiz yataktan ikimizin de kafası bi dünya, saçma sapan rüyalarla uyandık. hani beden yorulunca, üstüne bi de duş alınca onun üstüne de sağlıklı sağlıklı meyve yiyince şıp diye uyunuyordu. bize niye sökmedi bu numara. her gece dır dır ettiğim, işte bütün gün beynim yoruluyo da, kafam patlıyo da ama hiç yorgun hissetmiyorum kendimi de bu yüzden uyuyamıyorum da, ıvır kıvır...

maksat akşam geçsin, içimiz huzurla dolsun, tv başında pineklemeler azalsın.
devam.

10 Ekim 2011 Pazartesi

hep bu mevsimde geliyor içime, bişeyleri değiştirme, yenileme, illa ki bişiyler araştırma internetten, ordan burdan. yine bulduk didikleyecek bi konu bir haftadır onunla yatıp kalkıyoruz. yeni okula başlayan çocuklar gibi beslenme çantamız bile hazır.

bi de didem bize gelince pek seviniyoruz sanki. sessiz sessiz kalkıp oturuyoruz, çocuk kalksın da ne istiyorsa yapalım diye. her geldiğinde kahvaltıda krep istemese iyi de illa da krep yap abla. o olmazsa pişi. e ben inip-çıkıp durmuyorum tabi taşkışlanın merdivenlerini, yediğim benimle bir ofis sandalyemde büyüyor. bi de yazık bu kızın yağmur yağdığında giyecek monto yokmuş, garibim(!). sponsor olun bana diyince 3 kişi 3'te 1'e fitleştik, pazar günü ne alırsan al, 3te 1 fiyatına oldu yani onun için. en son semihe 25 kuruş verirken gördüm, hep bu küsüratlı etiketler yüzünden.

biraz da alışveriş konusunda şu kızdan feyz almalıyım, bi insan böyle şöyle model bi pantolon istiyorum abla diyip, ilk giydiğini şıp diye nasıl alabilir.

22 Eylül 2011 Perşembe

mutfağım bana küsmüş

en dip dolabın en dibinde açılmamış salça kavanozu bulduğumda, montun cebinde geçen kıştan kalan para bulduğum gibi sevinmedim. aynı şey gibi ama. "evde salça yok ki anne" diyip, koca kavanoz salçayı 3 hafta önce aydın'dan sürükleyip getirince, evdekine karşı boynum eğik kaldı. üstüne açılmamış makarna poşetinden böcekler çıktı. sonra yine o sürüden olduğunu tahmin ettiğim bir grup böceği de ucu azıcık yırtılmış kremalı bisküviye üşüşmüş buldum. kaç gündür girmedim ben mutfağa, bu dolabı en son ne zaman açtım? ben nasıl anne olucam allam?

21 Eylül 2011 Çarşamba

çarşafa dolanasıca

trafikte muz, simit, şarj aleti vs vs satanların tebrik ediyor ve bu boşluktaki talebi farkettikleri için kutluyorum.

öte yandan, bu sabah 2. köprü girişinde, 200 metreyi 40 dakikada gitmiş olmanın mutluluğu (!), toplantıya girmem gereken saatte köprü üstünde olmam, benden telefon bekleyen iş arkadaşım ve iki telefonumun da şarjının bitmesi hal-i ruhiyesi içinde o şarj işportacısı karşıma çıksaydı boynuna atlayacaktım-kimse tutamazdı. ama çıkmadı tabiki. bahtsız gün erken başladı ve henüz bitmedi.

hayrolsun.

20 Eylül 2011 Salı

gel sevdiğinin kucağına

uzun zamandır üzülüp durduğum şeyin çok kolay bi sebebi varmış, kolaymış ama yine de üzücüymüş.
insanın en sevdikleri en kıymetlileri değilmiş, onları kırmak, patron odaya girdi diye telefonu yüzüne kapatmak gibi bişiymiş.

ve ben kimsenin yüzüne telefon kapatmadığım için, gözlerimi belertip kalakalmışım ortada...

yine böyle sçma sapan başladım, farkındayım ama hep böyle başlarım sonra da gerisi gelir ya, bu da giriş olsun bana. biraz da parmağımı kaldırıp fotoğraf çeksem iyi olcak.




16 Eylül 2011 Cuma

yineyim

beyin ölümü henüz gerçekleşmedi, yaşam belirtileri var.

kızdığım, sinirlendiğim, hırslandığım, üzüldüğüm şeylerin hıncını alma yeri ayrı olsun. yazmadım diye noldu ki? tavşan dağa küsmüş falan filan....

16 Ağustos 2011 Salı

dün ilk defa bi cenaze için camiye gittim.
yakın biri değildi aslında, ama yer olarak çok yakın olunca duyup da gitmemek gelmedi içimden.

orda olmak için illaki yakının olmasına gerek yok o ayrı tabi. uzaktan da olsa tanımak, bi görünmek, acısı için orada olduğunu hissettirmenin ne demek ben çok uzun zaman önce öğrendim. o an orada olmasına anlam veremediğiniz insanları, öyle bir hatırlıyorsunuz ki yıllar geçse bile...

o öyle bir zaman ki kanlı bıçaklı bile olsanız, sarılıyosunuz...

herşeyin farkında, mantıklı, metanetli gibi olmaya çalıştığınızı zannedip, dışarıdan bir o kadar bitkin, yitik görünüyorsunuz...

artık etkilenmem diye düşünüyordum ama bu sene gittiğim iki cenaze de etkiledi beni. orada tuhaf bir şekilde gülümseme geldi içimden. insanları gözlemleyip, öylece bakındım, hatırlamaya çalıştım...o an 'ne olcak şimdi' diye düşünürken, neredeyse 12 senenin geçtiğini farkettim.
dün gibimiydi. hayır.
çok uzun zaman önceydi. çok önce olduğunu hatırlamak için sanırım aynı duyguları tekrar hissetmek gerekiyor. sonra anlıyorsun ki zaman herşeyin ilacı oluveriyor.ilaç iyi geliyor ama ağrı aniden tekrar saplanınca yine zaman gerekiyor...
kısır bir döngü gibi, her an en başa dönebilirsin.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

planking

son iki haftadır, haftasonu modumuz budur. fotoğraf çektirip sosyal ağlarda paylaşamıycam zira özel hayata giriyor!

protesto ettiğimiz şeyse o anki ruh halimize göre değişir. kocam için en büyük sorun, kedimin onlarca kez düşürüp kırdığı ama şimdi bozulmaya başlayan, kendi kendine kapanıp açılan receiverimız. 3 dakikada bir giden görüntüyle tenis maçı izlemek ne zor bir bilseniz. akşam Messi'nin golünü de sırf bu receiver yüzünden kaçırdık!

ben de kah asmaya yer bulamadığım çamaşırlar, kah sürekli tozlanan mobilyalar, kah hala dikemediğim elbise için planking yaptım bu haftasonu.

mekan belli, bizim üçlü ve ikili koltuklar.
tamam itiraf ediyorum. ara sıra sırtüstü de döndük.



5 Ağustos 2011 Cuma

sabah alarmı kıvamında

her sabah BÖYLE enerjik kalksam yataktan
o gün sıkıcı geçebilir mi...


gözlerimi kapatınca burnuma güneş kremi kokusu geliyor
biraz havuz şıpırtışı
biraz da sabah güneşinin hafif rüzgarla tatlı tatlı yakması

neyse,

bugün cuma ya
bu da yeter




2 Ağustos 2011 Salı

her güzel şey gibi bu da bitti

uzun süre yazmayınca nerden başlasam acaba diye düşündüm.

yaz demek tatil demek ya, e tatili de yedik, bundan sonra ağustos eylül yaz ayıymış bana ne...

bu seneki tatil bizim hiçte alışık olmadığımız, milletin ölüp bittiği cinstendi, ne bulduysan ye hepsi şirketten olanlar var ya. biz genelde bir sırtçantası, elimizde haritayla gezmeyi daha verimli buluruz. balayı tatilimiz de buna benzer birşeydi, herkesin aman biraz da dinlenseydiniz demeleri bu yüzdendi sanırım. neyse bu ultra ultimate zırt pırt dahil konsept bize göre mi değil mi anlayamadan bitti zaten, yanına da yorgunluk, bi dayak yemiş de otelden atılmışlık modu vardı ki...neyse ki çabuk bitti yoksa tatil değil kendimizi spor kampında gibi hissetmeye az kalmıştı.

son iki gün de köyümüzdeydik :) o ne sıcak allam, nefes almak imkansız, solungaç lazım ordakilere. Antalya pek sıcak of bi de yapış yapış denir ya halt etmiş Aydın'ın yanında. 2 gün kendimizi bir o yana bir bu yana ata ata geçti.

otel motel iyiydi de o son üç gün üç yaşındaki çocuklar gibi bi kenara çömüp evimi özledim diye böğüresim geldi. benim 10 yıldır filan kendi evim var İstanbul'da ama bu öyle değilmiş, insan özlermiş, bi tek yatağını yastığını değil de tabakları çatalları bile özlermiş.

bi dahaki tatilimizde evimizi de götürelim olur mu?




18 Temmuz 2011 Pazartesi

isyanlar vol2

bi zırıltı var ofiste, sabahtan beri ne sesmiş allam.
etrafıma bakıyorum, kimse duymuyor gibi, tepkisiz.
vücudumdaki en küçük kemiklerim bile tatil istiyor
bangır bangır hem de

sevgili çekiç örs üzengi kardeşler, sabredin
1 daha bitti, kaldı son 4

7 Temmuz 2011 Perşembe

yakın geçmiş-yakın gelecek

yaz geldi
sıcak bastı
daral geldi
işler yığıldı
can sıkıldı
annem geldi
kocam gitti
didem geldi
pineklemeye devam
tatil planları kapıya dayandı
.
.
.
kocam gelse
otel bulunsa
biletler alınsa
bavullar kapıya çıksa
tatil başlasa
bitmese
pineklemeye devam...

30 Haziran 2011 Perşembe

bahar çarpması diycem, temmuz geldi aslında...

herşeyi kucaklama isteğim var bugünlerde. mutfakta harikalar yaratıyım, evi pırıl pırıl tutayım, kendime ıvır zıvır bişiyler dikeyim, sonra onları giyip işe gideyim, havamı atayım. hergün oje süreyim, kıyafetimin rengine göre hem de. her gün! balkondaki saksı sayısını arttırayım, dikmediğim ot kaldıysa onlardan da ekeyim. uzak uzak akrabaları arayıp hal hatır sorayım, şirin gelin olup tüm teyze ve dayıların gönlünü fethedeyim. güneşli bir haftasonu görürsek eğer kendimizi suya atma planları yapayım. sitedeki veletlere özenip akşamları bisiklet bineyim.

niye bütün bu hisler ofiste gelir de kendimi zeyna gibi hissedip eve gidince koltuktan kalkmaya üşenirim...

bunları da ofiste yazdım şimdi içim içimden taşıyor sanki. koşa koşa eve gidesim var.

24 Haziran 2011 Cuma

21 Haziran 2011 Salı

sapanca'dan...

yüzümde çift fiyonk gülümsemem
burnumda yasemin kokusu
aklımda ateşböceklerinin dansı
bagajda bi sürpriz ve bol toprakla
döndüm




























































































19 Haziran 2011 Pazar

10 sene önce bugün...

o banktan kalkınca hani, elimi tutuverdin ya. aniden.
iyi ki tutmuşsun
iyi ki on yıldır, hiç bırakmamışsın.





13 Haziran 2011 Pazartesi

garipçe. evet.

kentten köye göç başlıyoor deseler, valizim hazır en önce ben koşarım sanırdım. meğer kafamı çevirsem, bütün istanbul arkamdaymış da haberim yokmuş.

sevgili köylüler de yavaştan istanbullu moduna girmeye başlamışlar. sanki biraz çekiniyorlar ama, olur olur.. 2 bilemedin 3 ay sonra o otopark da 15 tl'ye çıkar. neyi eksik ki, boğaz mı boğaz, deniz mi deniz, yeşillik mi yeşillik, hafif salaş, butik de...

vay arkadaş...











8 Haziran 2011 Çarşamba

içlendim yine

biriktiriyoruz da nereye kadar diye düşündüm bu sabah, babannemi rüyamda görmemin etkisi de var sanki. bize de öyle olacak, torunumuz büyüdüğünde hayal meyal hatırlayacak, belki de hiç göremeyecek. onun torununu söylememe bile gerek yok.

ahh hayat ne kadar boş!

sahi, onca fotoğraf, yıllardır sakladığım kağıt parçaları, defterler, el yazılarımız, mektuplar, bizim olan herşey nolcak bizden sonra, kim saklayacak benim gözüm gibi, aydından sürükleyip getirdiğim, çoğalttığım anılarımı...

3 Haziran 2011 Cuma

ses

Çeneni avuçlarının içine alıp, duvara dalıp kalma!.
Çeneni avuçlarının içine alma!.
Kalk!
Pencereye gel!
Bak!
Dışarda gece bir cenup denizi gibi güzel,
çarpıyor pencerene dalgaları..
Gel!
Dinle havaları:
havalar seslerin yoludur,
havalar seslerle doludur:
toprağın, suyun, yıldızların
ve bizim seslerimizle...
Pencereye gel!
Havaları dinle bir:
Sesimiz yanındadır,
sesimiz seninledir...

NHR

26 Mayıs 2011 Perşembe

bir başlarsam susabilir miyim acaba

bitemedi bu ay.
geldiği gibi gidemedi, yapıştı kaldı sanki sırtıma üstümdeki hırka gibi. öyle hızlı geçtik ki kıştan yaza, birgün mont giyerken ertesi gün kısakollu dışarı çıkmak, çıplaklık hissi verir oldu. hala örtünme içgüdüsüne sahibim, hırkam ve gösteremediğim cıbıl kollarım...

bi heyecanlanmıştık ya, daha evlenmeden önce bile aklımızın kaldığı şeye sahip olacağız diye öyle heveslendirmişim ki kendimi, bu mayıs aldı gitti işte...şimdi nolcaktı biliyormusun blogcum, işten eve pek rahat gidecektim, otobüs itişi-tıkışı kapı önünde sıkışma paniği geçirmeyecektim, sonra alıcaktım havlumu evimin önünde güneşlenecektim. bana hala öğrencilik evimi hatırlatan yığınlar, boş özensiz odalar tarih olcaktı.

başka ne yaptın mayıs?
bir ay sonra tatilmiş bana, 1 haftam varmış 24 saatinin hepsi benimmiş. elle tutulur bişiy var mı.... bitek benim hevesimle olmuyor bu işler, son güne bırakılmıyor maalesef. yine bi gazla başladığımız iş yarıda kalıyor.

mayıs için -hayaller kurmuştuk ve gerçek oldu demek istiyorum. daha 4 günün var, güldürceksen hızlı ol yoksa çekgit, arkadan gelene mani olma zira ondan daha çok şey bekliyorum.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

koru kovalamaca

çimlere bastık mı?
yuvarlandık mı?
stres attık mı?


































 


ayaklarımız totolarımıza vura vura zıpladık mı?
pazar pazar, istila edilmemiş yeşillik parçası aradığımıza değdi mi?
evet!





11 Mayıs 2011 Çarşamba

bugünlerde

.aldığım iki bitkiyi yaşatmaya çalışıyorum. her akşam okşuyorum, okşuyorum ki o yaz akşamlarını hatırlayayım, gözümü de kapatınca elimi uzatsam onlara dokunacakmışım gibi olayım. bügün üstünden üç-beş yaprak bile kopardım, yarınki salata taze fesleğen aromalı. mis. diğeri de henüz pek cılız olan dereotu kasem. hani çok yemiyoruz, aldığımız bi demeti bitiremiyoruz ya. kereviz salatası mı yaptım, pıt kopar iki dal pencerenin önünden, koy üzerine. hayali güzel tabi. ah bi büyüse otlarım mercimek köftesi bile yaparım onların şerefine.

.her sabah dolaptaki peynirimizden özür diliyerek kalkıyorum yataktan. söz bak, sen yeşillenmeden biteceksin, biteceksin ama ben sabahları aydınlık bi hava görmezsem hiç kalkasım gelmiyor ki. o 15 dk.lık gecenin en tatlı uykusu var ya bi omzumdaki şeytan gibi.

.saçımı görenler çok şaşırıyor. niye ki bu şaşkınlık! bilmemkaç yıldır hiçmi değiştirmemişim ben bunların tipini. ya da farkedilmiyormuydu acaba.

.yemekleri akşamdan yapıyorum. bazen yani. çoğunlukla.
annem gibi işte.
ama dün pizza yedik.




8 Mayıs 2011 Pazar

yeni bir aşk doğuyor



































































daha makinamı taşımaya alışmamışken bir de onu sürüklemem gerekecek ama.

seni pek sevdim tripod,
keşke biraz daha hafif olaydın...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

yalnız akşam-lar

ne planlar yapmışım, o 3-5 saate ne çok şey sığdıracağımı düşünmüşüm allaam. olmadı, yetmedi işte. bi tencere biber dolması, bi seans maç, biraz temizlik hepi topu bunlarmış. daha cd'ler yeni cici kutularına giremedi, oysa evimiz 2+1 olmuş, bunun keyfini bile doya doya çıkaramadım. eşyaları oynattık biraz yerinden ama ıı-ıh kesmedi, o kitaplık yan döndürülcek üzerine çerçeveler, kutular dizilecek... kafada herşey net de uygulamaya gelince hep bi bahane, hep bi ıvır-zıvır işler, hep bu kadının şuçu! yok iki haftadır ortada, aklıma geldikçe iki gömlek bi pantalon ütüleyip aradan çıkardım, kafamda kezban bandımla.

geçti gitti koca akşam.

bazen lazım böyle diyorum akşamları da beni takan yok, dalga geçiyorum sanılıyor. kapatalım televizyonu, yakalım mumlarımızı bi de feneri tabi, açalım şöyle mırıl mırıl bi müzik. ben kafamdakileri yapayım tek tek. yaptıkça mutlu olayım, daha da yapasım gelsin.

gelsin e-mi...


 


28 Nisan 2011 Perşembe

irade

bugün öğle yemeğinde kendime bir iyilik yaptım,
ve
burger king kuyruğundan çıkıp
salatacıya gittim.

koca bir kase salata yedim,
kendime aferin hediyesi olarak da
tarçınlı kek aldım!

26 Nisan 2011 Salı

ondan da bundan da şundan da

bahar coşmalarına kaldığımız yerden devam....

kardeş aranır, kimler varmış sorulur, bir haftadaki üç konsere bilet siparişi verilir.
hhmm.. üzerinde 2009 yazsa da kimliğin, kapıdaki şaşkın görevliler kandırılabilinir mi diye düşünülür.
niye perşembe yaparlar ki şunu .... ertesi iş gününe kötü kötü laflar söylenir.
eski fotoğraflara bakılır.
bu sene ben de çekicem yaauw diye iç geçirilir.

























ve tekrar balkabağına dönülür




herşeyin bir sırası varmış

herşey, geçen hafta izmir'de eski fotoğrafların tozlu kutularından çıkmasıyla başladı. içimde kıkır kıkır bişiyler... cumartesi kurstan sonra doğruca cağaloğlu yokuşu. ben hani böyle böyle bi de şöyle şöyle diye açıklamam gerekecek zannederken, tonton amcalar ne istediğini şıp diye çözdü "aaa sen kendinden yapışkanlı albüm istiyorsuuun..." hee valla, aynen ondan istiyormuşuuum.

dükkanın en dip köşesinde kalmış albümleri tozunu ala ala koydu tezgaha, zaten çok bi seçenek de yok, her model tek renk, bunun şusu var mı diyince de "kızım bunlar da tee nezamandan kaldı, şimdi böyle albüm alan mı var, eskidi artık bunlar, şimdi herşey bilgisayarda..." iki kelime daha etseydi oturup dökecektim eteklerimdekini. annem bana özenir ben anneme diyecektim. bir albüm var bizde, söz, nişan, düğün, çocuklar sırayla dizilmiş içine, şimdi bakınca nasıl güzel geliyor diyecektim hele ki düğün sayfasındaki o davetiye. kaç kere açıp bakmak istedim de bi daha yapışmazsa o meret diye korkumdan dokunamadıydım diyecektim. ama benim çocuğum böyle merakta kalmasın diye hem dışını hem de içini koydum davetiyenin. ilk 1 yaprak da şimdilik boş, önceki bilmemkaç yıl bakalım nasıl sığacak buraya...

22 Nisan 2011 Cuma

cuma cuma ne yazılır ki başka

iyi olmak ne kolay!
-nasılsın
-iyiyim, sen

-naber
-iyilik, senden

eğer fotoğraf makinamı kolye gibi taşımak istiyorsam iyi değilim demekki, pişman olmuşum işte yanıma almadığıma. saçlarım uzunken kısa, düzken dalgalı, dalgalıyken düz, kısayken ascık daha uzun olsaydı diye söyleniyorsam iç huzurum yok demekki, iyi değilim. saat olmuş bu saat hem de cuma, kime sorsam iyim der şimdi ama değil işte. onun da aklı bitse de gitsekte.

şu yaptığım işe hala konsantre olamadım ya sağa sola kulp takmam bu yüzden sanki. bir elif sırtımı pışpışlıyor, diğeri de müşteri dedektifi gibi tepemde, savsakladığım saatleri tutuyor. araya kaynak işler sokuyorum ki elim gitmesin, başlamayayım, -e başka işim var işte o yüzden bakamıyoruuum ki- diye kendim söyleyip kendim inanayım.

bi de şu suşişesi gözümün içine içine bakıyor, o boşalıyor ben doluyorum, içim lıkır lıkır. bazen tam ben bardağa suyu dolduruyorum şişe kafam çıkıyor fırt diye sağ alt köşeden. ayyy diyorum kalbimiz birmiş!

dün sabahki radyoda sorulan günün sorusuna da burdan yanıt verme hakkımı kullanıyorum. evimde bir kapı olduğunu farketsem ve açtığımda içinden ne çıkmasını isterim, bilir misin? bi oda daha çıksın işte, daha ne! heheehe

iyiyim ben iyiyim, sorarlarsa, adettendir...


20 Nisan 2011 Çarşamba

bu son

Adsız diye bi apartmanda yaşamışız biz yıllarca.
posta kutusu bile varmış.



ve ben balkondan seslensem, annem yuvadan beni duyabilirmiş


'yuva' demek hala çok zor






















annem 18 yaşındaymış, bu kapıdan ilk girdiğinde. dar uzun yolu babasının kolunda yürümüş ilk iş gününde. yolun sonundaki binada, başhemşire odası tam da bu yolu görüyormuş. odada toplananlar demiş ki başhemşireye, hiç boşuna arama, bak senin gelin geliyor işte. başhemşire o sene tayinle gelen 3 yeni  mezun öğretmen içinden annemi pek bi beğenmiş, günlerce uzaktan uzaktan takip etmiş, süzmüş, incelemiş, incelemiş...

sonra zorla kardeşini getirtmiş, babam annemi ilk bu bahçede görmüş işte.





















ben bu bahçede büyüdüm. burdaki çocuklarla oynadım, tektip 23 nisan kıyafetlerinden giydim, onlarla birlikte bitlendim, doğumgünleri kutladım, arkadaki oyun parkına gitmek için oyun saatinin gelmesini onlarla birlikte bekledim, annemi kıskanıp onlarla birlikte derse girdim, yemeklerinden yedim. hiçbiri değil de o demir sürahi ve bardaklardan nerede görsem, burnuma o yemekhanenin ekşi kokusu gelir, içim kalkar, değil su içmek bakamam bile o demir mutfak eşyalarına.

bizim aileye has bi azar lafı vardır, 'yuva çocuklarına benzedin' dendi mi, bizde surat düşer. onlara benzetildiğimize mi üzülürdük, çaresiz durumlarına mı bilmiyorum. neredeyse her hafta bir olay çıkardı, kapıya bebek bırakılır, biri kaçar, okulda olay çıkar, biri kendini keser, anne-babalar kapıda ağlar...

bana ne kadar eğlenceli geliyorsa, annem için de bir o kadar zordu burada çalışmak. ben 10 yaşındayken tayini çıktı ve herkese el sallaya sallaya mutlu mesut çıktık bu bahçeden, o zamandan beri de kapısından bile geçmemişim. her gittiğimde gezdiğim çarşıya, akrabalarımızın evine bu kadar yakın olduğunu bile unutmuşum. o gün tesadüfen karşıma çıktığında bu küçük meydan, öylece kalakaldım. kapısına tüneyip içeriye baktım bir süre. pişman olup gelen bi anne izlenimi vermemek için hemen toparlanıp yoluma devam ettim.

şimdiki ismi kulağa daha iyimser geliyor, çocuk esirgeme kurumu demek çok daha zordu. biz yuva derdik, bak yuva yapmışlar adını...

19 Nisan 2011 Salı

35,5

burda hayat öyle yumuşak ki, işe, mecburiyetten gidiyor olma hissi yok. herşey kolay çünkü, insani. insanlar yine bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar ama hırla gürle değil, vapura bile gülerek koşuyorlar, heyecanla, ki kaçarsa bir sonraki çoook sonra.

kendimi güvende gibi hissettim, evimdeymişim gibi, sokaktaki her yüz tanıdıkmış gibi geldi. hepsi birbirine mi benziyor acaba diye düşündüm, çinliler gibi.

en çok milli piyango ve kazı kazancının bu caddede olduğuna eminim, almayanı dövüyorlar.

sanki ben küçükken bu cadde çoook uzundu, annem bi kolumdan çekiştirirken yürü yürü bitmezdi. şimdi kısalmış, çekmiş mi ne? hop diye bitti.

içimde bir uhde gibi burası; buradayken hem mutluyum, hem pişman, hem üzgün, hem kıskanç, hem yabancı, hem yerli. hem bir an önce çıkıp gelmek istiyorum, biraz fazla kalırsam ayrılmak çok daha zor olacakmış gibi, hem de her fırsatta gitmek istiyorum, havasını bile alsam yeter...


 


15 Nisan 2011 Cuma

meslek dediğin nedir ki?

ne güzel konuştuk, fikir üstüne fikir
ahh ah vaah vah gırla gitti
biz de yapabilir miyiz dedik, neden olmasın ki'ler geçti laf arasında
yapanları kutladık,
cesaretlerine özendik
bi dükkan sahibini bağlamaya bile çalıştık
o italyanın evini hayal ettik
biri de evinde oda ayırmış!

malzemeler toptan alınır dedik
onlar da ucuza geldi
dükkan kirası yok, çalışan ssk sı yok
tertemiz. mis gibi
kokular burnumuza bile geldi

sonra kalkıp, ofise döndük
kös kös.


















kariyer hedefimi, şu cupcakelerin üstünü en muhteşem süsleyen kişi olarak belirlemek istiyorum.
nolur ki...

Fotoğraf: Oğuz hoca (Meriç)

14 Nisan 2011 Perşembe

mühim kararlar vol.1

iki gündür bıdır bıdırız. boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor. bakıyoruz, arıyoruz, araştırıyoruz, içten içten de heyecanlanıyoruz sanki. sonra dönüyoruz birbirimize. eeee? sonuç yok. sen ne düşünüyorsun. bilmeem ki, ya sen. bilmiyorum valla.

biz yıllardır böyleyiz. eve meyve suyu stoğu yaparken bile pazar araştırması yaparız. kurallarımız var, o marka olmıcak, şu meyveli olmıcak filan filan... nasıl evlendik, o kadar eşyayı, kararları nasıl aldık, bak şimdi ben bile şaşırdım.

bunda da bir güç diliyorum, sonunda pişman olmayacağımız...

ben bi gidip sayısal oynayayım en iyisi

13 Nisan 2011 Çarşamba

bak sen şu kitabın yaptıklarına

elimde kaç haftadır sürünen kitapta bütün olay son üç sayfada kopuyormuş. ne kötü bir his, kandırılmış gibi hissediyorum kendimi. bir de korku.
sayfaları, kulaklarını kıvıra kıvıra okumuştum halbuki, bak buraya gidelim, bu sokaktan geçeyim, bu binayı göreyim diye diye...
iki gündür aklım orda, cıkcıklayıp duruyorum, etkiledi beni herhalde.

geçen akşam eski bir film seyrettik, yılı 2000 miydi ne, Richard Gere'nin. sonra o gece, kitabı okurken, bu filmin adı geçti. bu da bir tesadüf mesela. bana ilginç geldi, semihse güldü geçti. sanırım farkımız bu onlar çok yüzeysel biz çok detaycı... bu yüzden birbirimize ihtiyacımız var, tamamlanmaya ihtiyacımız var.


12 Nisan 2011 Salı

pazar

iki gün geriden geliyorum.
aklım hala pazar günkü o güneşte. kesin eğitmenin ahı tuttu, zamanında çıksaydım eğitimden mütevazi pikniğimizi günlük güneşlik havada, çimlerin üzerine serdiğimiz matta yapacaktık. uzun ince mata ikimizin nasıl sığacağını bile konuşmuştuk. piknik torbamızda da kitaplarımız, gazete bi de penguen.daha ne...

ama eğitimden öğleyin kaçınca, hava da akşam üzeri açınca yağmur altında romantik bir piknik oldu bu. insanlar kaçışırken bir bir, biz pisilere peynir verdik. çantadan daha neler çıktı neler. düdüklüde haşlanmış patatesler, baharatlar, doğranmış soslanmış yeşillikler, hem çay hem de meyvesuyu için ayrı ayrı düşünülmüş bardaklar. en keyiflisi de bunlar ben eğitimdeyken oluvermiş.

bi de termosumuz zencefil kokmasaydı...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...