16 Ağustos 2011 Salı

dün ilk defa bi cenaze için camiye gittim.
yakın biri değildi aslında, ama yer olarak çok yakın olunca duyup da gitmemek gelmedi içimden.

orda olmak için illaki yakının olmasına gerek yok o ayrı tabi. uzaktan da olsa tanımak, bi görünmek, acısı için orada olduğunu hissettirmenin ne demek ben çok uzun zaman önce öğrendim. o an orada olmasına anlam veremediğiniz insanları, öyle bir hatırlıyorsunuz ki yıllar geçse bile...

o öyle bir zaman ki kanlı bıçaklı bile olsanız, sarılıyosunuz...

herşeyin farkında, mantıklı, metanetli gibi olmaya çalıştığınızı zannedip, dışarıdan bir o kadar bitkin, yitik görünüyorsunuz...

artık etkilenmem diye düşünüyordum ama bu sene gittiğim iki cenaze de etkiledi beni. orada tuhaf bir şekilde gülümseme geldi içimden. insanları gözlemleyip, öylece bakındım, hatırlamaya çalıştım...o an 'ne olcak şimdi' diye düşünürken, neredeyse 12 senenin geçtiğini farkettim.
dün gibimiydi. hayır.
çok uzun zaman önceydi. çok önce olduğunu hatırlamak için sanırım aynı duyguları tekrar hissetmek gerekiyor. sonra anlıyorsun ki zaman herşeyin ilacı oluveriyor.ilaç iyi geliyor ama ağrı aniden tekrar saplanınca yine zaman gerekiyor...
kısır bir döngü gibi, her an en başa dönebilirsin.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

planking

son iki haftadır, haftasonu modumuz budur. fotoğraf çektirip sosyal ağlarda paylaşamıycam zira özel hayata giriyor!

protesto ettiğimiz şeyse o anki ruh halimize göre değişir. kocam için en büyük sorun, kedimin onlarca kez düşürüp kırdığı ama şimdi bozulmaya başlayan, kendi kendine kapanıp açılan receiverimız. 3 dakikada bir giden görüntüyle tenis maçı izlemek ne zor bir bilseniz. akşam Messi'nin golünü de sırf bu receiver yüzünden kaçırdık!

ben de kah asmaya yer bulamadığım çamaşırlar, kah sürekli tozlanan mobilyalar, kah hala dikemediğim elbise için planking yaptım bu haftasonu.

mekan belli, bizim üçlü ve ikili koltuklar.
tamam itiraf ediyorum. ara sıra sırtüstü de döndük.



5 Ağustos 2011 Cuma

sabah alarmı kıvamında

her sabah BÖYLE enerjik kalksam yataktan
o gün sıkıcı geçebilir mi...


gözlerimi kapatınca burnuma güneş kremi kokusu geliyor
biraz havuz şıpırtışı
biraz da sabah güneşinin hafif rüzgarla tatlı tatlı yakması

neyse,

bugün cuma ya
bu da yeter




2 Ağustos 2011 Salı

her güzel şey gibi bu da bitti

uzun süre yazmayınca nerden başlasam acaba diye düşündüm.

yaz demek tatil demek ya, e tatili de yedik, bundan sonra ağustos eylül yaz ayıymış bana ne...

bu seneki tatil bizim hiçte alışık olmadığımız, milletin ölüp bittiği cinstendi, ne bulduysan ye hepsi şirketten olanlar var ya. biz genelde bir sırtçantası, elimizde haritayla gezmeyi daha verimli buluruz. balayı tatilimiz de buna benzer birşeydi, herkesin aman biraz da dinlenseydiniz demeleri bu yüzdendi sanırım. neyse bu ultra ultimate zırt pırt dahil konsept bize göre mi değil mi anlayamadan bitti zaten, yanına da yorgunluk, bi dayak yemiş de otelden atılmışlık modu vardı ki...neyse ki çabuk bitti yoksa tatil değil kendimizi spor kampında gibi hissetmeye az kalmıştı.

son iki gün de köyümüzdeydik :) o ne sıcak allam, nefes almak imkansız, solungaç lazım ordakilere. Antalya pek sıcak of bi de yapış yapış denir ya halt etmiş Aydın'ın yanında. 2 gün kendimizi bir o yana bir bu yana ata ata geçti.

otel motel iyiydi de o son üç gün üç yaşındaki çocuklar gibi bi kenara çömüp evimi özledim diye böğüresim geldi. benim 10 yıldır filan kendi evim var İstanbul'da ama bu öyle değilmiş, insan özlermiş, bi tek yatağını yastığını değil de tabakları çatalları bile özlermiş.

bi dahaki tatilimizde evimizi de götürelim olur mu?




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...