28 Nisan 2011 Perşembe

irade

bugün öğle yemeğinde kendime bir iyilik yaptım,
ve
burger king kuyruğundan çıkıp
salatacıya gittim.

koca bir kase salata yedim,
kendime aferin hediyesi olarak da
tarçınlı kek aldım!

26 Nisan 2011 Salı

ondan da bundan da şundan da

bahar coşmalarına kaldığımız yerden devam....

kardeş aranır, kimler varmış sorulur, bir haftadaki üç konsere bilet siparişi verilir.
hhmm.. üzerinde 2009 yazsa da kimliğin, kapıdaki şaşkın görevliler kandırılabilinir mi diye düşünülür.
niye perşembe yaparlar ki şunu .... ertesi iş gününe kötü kötü laflar söylenir.
eski fotoğraflara bakılır.
bu sene ben de çekicem yaauw diye iç geçirilir.

























ve tekrar balkabağına dönülür




herşeyin bir sırası varmış

herşey, geçen hafta izmir'de eski fotoğrafların tozlu kutularından çıkmasıyla başladı. içimde kıkır kıkır bişiyler... cumartesi kurstan sonra doğruca cağaloğlu yokuşu. ben hani böyle böyle bi de şöyle şöyle diye açıklamam gerekecek zannederken, tonton amcalar ne istediğini şıp diye çözdü "aaa sen kendinden yapışkanlı albüm istiyorsuuun..." hee valla, aynen ondan istiyormuşuuum.

dükkanın en dip köşesinde kalmış albümleri tozunu ala ala koydu tezgaha, zaten çok bi seçenek de yok, her model tek renk, bunun şusu var mı diyince de "kızım bunlar da tee nezamandan kaldı, şimdi böyle albüm alan mı var, eskidi artık bunlar, şimdi herşey bilgisayarda..." iki kelime daha etseydi oturup dökecektim eteklerimdekini. annem bana özenir ben anneme diyecektim. bir albüm var bizde, söz, nişan, düğün, çocuklar sırayla dizilmiş içine, şimdi bakınca nasıl güzel geliyor diyecektim hele ki düğün sayfasındaki o davetiye. kaç kere açıp bakmak istedim de bi daha yapışmazsa o meret diye korkumdan dokunamadıydım diyecektim. ama benim çocuğum böyle merakta kalmasın diye hem dışını hem de içini koydum davetiyenin. ilk 1 yaprak da şimdilik boş, önceki bilmemkaç yıl bakalım nasıl sığacak buraya...

22 Nisan 2011 Cuma

cuma cuma ne yazılır ki başka

iyi olmak ne kolay!
-nasılsın
-iyiyim, sen

-naber
-iyilik, senden

eğer fotoğraf makinamı kolye gibi taşımak istiyorsam iyi değilim demekki, pişman olmuşum işte yanıma almadığıma. saçlarım uzunken kısa, düzken dalgalı, dalgalıyken düz, kısayken ascık daha uzun olsaydı diye söyleniyorsam iç huzurum yok demekki, iyi değilim. saat olmuş bu saat hem de cuma, kime sorsam iyim der şimdi ama değil işte. onun da aklı bitse de gitsekte.

şu yaptığım işe hala konsantre olamadım ya sağa sola kulp takmam bu yüzden sanki. bir elif sırtımı pışpışlıyor, diğeri de müşteri dedektifi gibi tepemde, savsakladığım saatleri tutuyor. araya kaynak işler sokuyorum ki elim gitmesin, başlamayayım, -e başka işim var işte o yüzden bakamıyoruuum ki- diye kendim söyleyip kendim inanayım.

bi de şu suşişesi gözümün içine içine bakıyor, o boşalıyor ben doluyorum, içim lıkır lıkır. bazen tam ben bardağa suyu dolduruyorum şişe kafam çıkıyor fırt diye sağ alt köşeden. ayyy diyorum kalbimiz birmiş!

dün sabahki radyoda sorulan günün sorusuna da burdan yanıt verme hakkımı kullanıyorum. evimde bir kapı olduğunu farketsem ve açtığımda içinden ne çıkmasını isterim, bilir misin? bi oda daha çıksın işte, daha ne! heheehe

iyiyim ben iyiyim, sorarlarsa, adettendir...


20 Nisan 2011 Çarşamba

bu son

Adsız diye bi apartmanda yaşamışız biz yıllarca.
posta kutusu bile varmış.



ve ben balkondan seslensem, annem yuvadan beni duyabilirmiş


'yuva' demek hala çok zor






















annem 18 yaşındaymış, bu kapıdan ilk girdiğinde. dar uzun yolu babasının kolunda yürümüş ilk iş gününde. yolun sonundaki binada, başhemşire odası tam da bu yolu görüyormuş. odada toplananlar demiş ki başhemşireye, hiç boşuna arama, bak senin gelin geliyor işte. başhemşire o sene tayinle gelen 3 yeni  mezun öğretmen içinden annemi pek bi beğenmiş, günlerce uzaktan uzaktan takip etmiş, süzmüş, incelemiş, incelemiş...

sonra zorla kardeşini getirtmiş, babam annemi ilk bu bahçede görmüş işte.





















ben bu bahçede büyüdüm. burdaki çocuklarla oynadım, tektip 23 nisan kıyafetlerinden giydim, onlarla birlikte bitlendim, doğumgünleri kutladım, arkadaki oyun parkına gitmek için oyun saatinin gelmesini onlarla birlikte bekledim, annemi kıskanıp onlarla birlikte derse girdim, yemeklerinden yedim. hiçbiri değil de o demir sürahi ve bardaklardan nerede görsem, burnuma o yemekhanenin ekşi kokusu gelir, içim kalkar, değil su içmek bakamam bile o demir mutfak eşyalarına.

bizim aileye has bi azar lafı vardır, 'yuva çocuklarına benzedin' dendi mi, bizde surat düşer. onlara benzetildiğimize mi üzülürdük, çaresiz durumlarına mı bilmiyorum. neredeyse her hafta bir olay çıkardı, kapıya bebek bırakılır, biri kaçar, okulda olay çıkar, biri kendini keser, anne-babalar kapıda ağlar...

bana ne kadar eğlenceli geliyorsa, annem için de bir o kadar zordu burada çalışmak. ben 10 yaşındayken tayini çıktı ve herkese el sallaya sallaya mutlu mesut çıktık bu bahçeden, o zamandan beri de kapısından bile geçmemişim. her gittiğimde gezdiğim çarşıya, akrabalarımızın evine bu kadar yakın olduğunu bile unutmuşum. o gün tesadüfen karşıma çıktığında bu küçük meydan, öylece kalakaldım. kapısına tüneyip içeriye baktım bir süre. pişman olup gelen bi anne izlenimi vermemek için hemen toparlanıp yoluma devam ettim.

şimdiki ismi kulağa daha iyimser geliyor, çocuk esirgeme kurumu demek çok daha zordu. biz yuva derdik, bak yuva yapmışlar adını...

19 Nisan 2011 Salı

35,5

burda hayat öyle yumuşak ki, işe, mecburiyetten gidiyor olma hissi yok. herşey kolay çünkü, insani. insanlar yine bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar ama hırla gürle değil, vapura bile gülerek koşuyorlar, heyecanla, ki kaçarsa bir sonraki çoook sonra.

kendimi güvende gibi hissettim, evimdeymişim gibi, sokaktaki her yüz tanıdıkmış gibi geldi. hepsi birbirine mi benziyor acaba diye düşündüm, çinliler gibi.

en çok milli piyango ve kazı kazancının bu caddede olduğuna eminim, almayanı dövüyorlar.

sanki ben küçükken bu cadde çoook uzundu, annem bi kolumdan çekiştirirken yürü yürü bitmezdi. şimdi kısalmış, çekmiş mi ne? hop diye bitti.

içimde bir uhde gibi burası; buradayken hem mutluyum, hem pişman, hem üzgün, hem kıskanç, hem yabancı, hem yerli. hem bir an önce çıkıp gelmek istiyorum, biraz fazla kalırsam ayrılmak çok daha zor olacakmış gibi, hem de her fırsatta gitmek istiyorum, havasını bile alsam yeter...


 


15 Nisan 2011 Cuma

meslek dediğin nedir ki?

ne güzel konuştuk, fikir üstüne fikir
ahh ah vaah vah gırla gitti
biz de yapabilir miyiz dedik, neden olmasın ki'ler geçti laf arasında
yapanları kutladık,
cesaretlerine özendik
bi dükkan sahibini bağlamaya bile çalıştık
o italyanın evini hayal ettik
biri de evinde oda ayırmış!

malzemeler toptan alınır dedik
onlar da ucuza geldi
dükkan kirası yok, çalışan ssk sı yok
tertemiz. mis gibi
kokular burnumuza bile geldi

sonra kalkıp, ofise döndük
kös kös.


















kariyer hedefimi, şu cupcakelerin üstünü en muhteşem süsleyen kişi olarak belirlemek istiyorum.
nolur ki...

Fotoğraf: Oğuz hoca (Meriç)

14 Nisan 2011 Perşembe

mühim kararlar vol.1

iki gündür bıdır bıdırız. boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor. bakıyoruz, arıyoruz, araştırıyoruz, içten içten de heyecanlanıyoruz sanki. sonra dönüyoruz birbirimize. eeee? sonuç yok. sen ne düşünüyorsun. bilmeem ki, ya sen. bilmiyorum valla.

biz yıllardır böyleyiz. eve meyve suyu stoğu yaparken bile pazar araştırması yaparız. kurallarımız var, o marka olmıcak, şu meyveli olmıcak filan filan... nasıl evlendik, o kadar eşyayı, kararları nasıl aldık, bak şimdi ben bile şaşırdım.

bunda da bir güç diliyorum, sonunda pişman olmayacağımız...

ben bi gidip sayısal oynayayım en iyisi

13 Nisan 2011 Çarşamba

bak sen şu kitabın yaptıklarına

elimde kaç haftadır sürünen kitapta bütün olay son üç sayfada kopuyormuş. ne kötü bir his, kandırılmış gibi hissediyorum kendimi. bir de korku.
sayfaları, kulaklarını kıvıra kıvıra okumuştum halbuki, bak buraya gidelim, bu sokaktan geçeyim, bu binayı göreyim diye diye...
iki gündür aklım orda, cıkcıklayıp duruyorum, etkiledi beni herhalde.

geçen akşam eski bir film seyrettik, yılı 2000 miydi ne, Richard Gere'nin. sonra o gece, kitabı okurken, bu filmin adı geçti. bu da bir tesadüf mesela. bana ilginç geldi, semihse güldü geçti. sanırım farkımız bu onlar çok yüzeysel biz çok detaycı... bu yüzden birbirimize ihtiyacımız var, tamamlanmaya ihtiyacımız var.


12 Nisan 2011 Salı

pazar

iki gün geriden geliyorum.
aklım hala pazar günkü o güneşte. kesin eğitmenin ahı tuttu, zamanında çıksaydım eğitimden mütevazi pikniğimizi günlük güneşlik havada, çimlerin üzerine serdiğimiz matta yapacaktık. uzun ince mata ikimizin nasıl sığacağını bile konuşmuştuk. piknik torbamızda da kitaplarımız, gazete bi de penguen.daha ne...

ama eğitimden öğleyin kaçınca, hava da akşam üzeri açınca yağmur altında romantik bir piknik oldu bu. insanlar kaçışırken bir bir, biz pisilere peynir verdik. çantadan daha neler çıktı neler. düdüklüde haşlanmış patatesler, baharatlar, doğranmış soslanmış yeşillikler, hem çay hem de meyvesuyu için ayrı ayrı düşünülmüş bardaklar. en keyiflisi de bunlar ben eğitimdeyken oluvermiş.

bi de termosumuz zencefil kokmasaydı...

11 Nisan 2011 Pazartesi

cumartesi

çok mühim görevi de az önce yerine getirdim. kendimi birşey zannetmeme yol açtı bu durum acilen kurtulmalıyım. aslında bilerek onları seçtim, hoca bizi araziye salınca uygulayın bakalım bugün öğrendiklerimizi diye, Sultanahmet'teki o kalabalıkta fotoğrafının çekilmesini hoş karşılayabilecek kim olabilir. tabiki sürekli birbirinin fotoğrafını çeken, kollarını havaya havaya kaldırıp koca suratlı yapışık kafa fotoğrafı çekip tutturamayıp tekrar tekrar deneyen iki kız. gözlemimi seveyim.

gönderdiğim fotoğrafları şuan profil resimleri olmuştur bile. sevinmişler midir acaba? ben olsam sevinirdim pek de hoşuma giderdi hem. o yüzden sanırım, onları mutlu ettim diye kendimi de mutlu ettim, sonra havaya girdim işte.

fotoğraf kursunun ilk yazısı fotoğrafsız oldu, zira konu portre olunca sınıf arkadaşlarımı burada ifşa etmek bana düşmez.

kursun ilk dakikasında sevgiliye atılan sms: kendimi ezik hissediyorum.
bir kendime baktım bir de annesi peşinde gelen 14 yaşındaki Sena'ya. elindeki canondan büyük lafıyla ben iki yıldır fotoğraf çekiyorum demezmi, annesi de güya şikayetçi, gözleri ışıl ışıl, herkes kızının çektiklerini överken. haftaya diğer iki lensini de getircekmiş küçük Sena.

hadi bakalım...




6 Nisan 2011 Çarşamba

tecrübeyle sabit

1. çok kolay ağlayabiliyorum ve bu karşımdakilerin yanlış şeyler düşünmesine neden olabiliyor.

2. neyi uzun uzun düşündükten sonra yapsam hep bi keşke yerleşiyor içime, yapmasaydım da olurmuş sanki diyorum. içimi rahatlatacağına ne kadar eminsem, sonrasında kendimi bir okadar daha rahatsız ediyorum.

3. bazı insanlar var ve ikna kabiliyetleri o kadar fazla ki, kendimden şüpheye düşmeme çeyrek kala kulağımı tıkamak zorunda kalıyorum.

4. kimin gözüne neyi sokacağımı hiiiç tutturamıyorum.

5. sevgiyle saygıyı çok güzel birbirinden ayırıyorum ama bir türlü birleştiremiyorum.

6. memur çocuğuyuz ya biz, hep garanticiyiz işte, riskler varsa huzursuz oluyoruz, karınca misali.




4 Nisan 2011 Pazartesi

önyargılı yaklaştığım hiçbirşeyi sevemiyorum

kişisel gelişim eğitimleri gazdır.

farklı konu başlıklarının altını aynı cümlelerle döndüre döndüre doldurabilmektir. benim sevmediğim, elle tutamadığım laf salatasından farksızdır. 'stratejik' kelimesini iyi ki öğrenmiş dediğimdir. elini kolunu oynatması, parmak şaklatması, ses tonu, herkesle illaki gözgöze gelme çabası; baştan aşağı çalışılmış ve eğreti durandır. inceledikçe göze batan herşeyi görmek, gördükçe hem adamdan hem de bu hizmet sektöründen nefret etmektir.

televizyon karşısında, battaniye aşkıyla geçirebileceğim yağmurlu bir nisan pazarının kuşa dönmesidir.

o gazı alamadığım ve asla alamayacağım kesinleşmiştir.

bir daha olmasın...


1 Nisan 2011 Cuma

ah bir olsa...

bir umut istiyorum içimde,
bileyim ki birgün bu düzen bitecek, ben en normal en sıradan en sakin ve en mutlu hayatı yaşayacağım. bütün sevdiklerim, yakınlarım bir adım uzağımda olacak. o acıyı yaşadım ya içimde, biliyorum, gittiklerinde kendimi suçlu hissetmeyeyim, keşke demiyeyim istiyorum.

küçük küçük zevklerim tutku olsun istiyorum. hayat yolumun bir çizgisini de onlar çizsin. yaptıkça daha çok inanayım.

çok uzakta olsa da o günler, olsun yeter ki, bileyim ki bir gün olacak. bileyim ki bu masaya, bu binaya, bu şehire mecbur değilim.

gidicem ki ben zaten diyebileyim kendime.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...