25 Ekim 2011 Salı

tutsam, sarsam sımsıkı, bırakmasam

hep aklıma geldiğinde yazacak yer bulamıyorum, en çok da yolda geliyor. otobüsün yada arabanın camından dışarı bakarken. o anda yazabilsem keşke telefona filan ama değil yazı yazmak arama yaparken isimlere bile baktığımda midem bulanıyor. eskiden böyle miydi kitap okurdum ben otobüslerde, bu yaştan sonra bi de bu çıktı.

bugün tam da köprüden geçerken girdi aklıma. 12 sene önce bugün, bu saatlerde nasıldın, şimdi nasılsın. o gün, daha sonraki günler nasıl geçecek, bundan sonra hayat nasıl geçecek diye düşünürken, bak 12 sene sonra nerdesin, ne yapıyorsun, neler önceliğin olmuş. o gün, 12 sene sonra bu anda İstanbul'da, köprünün üzerinde, bu manzaraya alışık, bıkmış, o güne geri dönmek isteyebileceğin... biri söylese o halimle bile gülerdim. hep 99 depremi ile birlikte hatırladım bugünü, ya da o depremi hatırladığımda bugün aklıma gelirdi. bu sene, 12. seneyi de depremle hatırlıycam demekki.

12 seneden beri en nefret ettiğin 2 sözden biri; ateş düştüğü yeri yakar. bir haftadır da bunları duymaktan sıkıldım. ateş tabiki düştüğü yeri yakacak, herkes her kayıba, en yakınının, canının ciğerinin acıymış gibi davranırsa bu hayat nasıl olur, nasıl çekilir. o sözü söyleyip geçmek değil, empati kurmak önemli olan. şehit, deprem, kaza, kuşun...

her sene, nasıl da alıştığımıza şaşıyorum. zamanı sayıyorum, 0 noktasından sonrası uzamaya başlıyor artık. ne kötü, daha da uzayacak, söylemesi bile zor gelecek.

12 Ekim 2011 Çarşamba

kulağı düşük

en uygun tabir buymuş. bi de söylerken elle bir hareket yapınca pek komik oluyor.

her insanın algı eşiği ne kadar farklı, şu işe başlamadan önce de hep karşılaşırdım ama konu proje teslim okul vs değil, bildiğin eli sopalı, dili bi karış müşteri olunca benim de tepe tasımı arttıyo bu tipler. hep onun bilgisayarı takılır, hep onun işleri ağır olur, o hep yoğun olur, hep bi mazaret, bi dudak büküklüğü ile işte böyle böyle oldu da o yüzden şöyle oldu da....

şu işyerinde kaç kişiye sıfır tecrübe ile birşeyler öğretmeye çalıştım, ama bu adam bildiğin bi kulağı düşük köpek yavrusu gibi, hep mi geli kalır, hep mi bi ayağı tökezler. gülüyorum bazen de öyle idare ediyorum işte

11 Ekim 2011 Salı

gün geçirmece

hep şikayet hep şikayet. sonunda al sana hem beyin hem de beden yorgunluğu. ne hayalle girdiğimiz yataktan ikimizin de kafası bi dünya, saçma sapan rüyalarla uyandık. hani beden yorulunca, üstüne bi de duş alınca onun üstüne de sağlıklı sağlıklı meyve yiyince şıp diye uyunuyordu. bize niye sökmedi bu numara. her gece dır dır ettiğim, işte bütün gün beynim yoruluyo da, kafam patlıyo da ama hiç yorgun hissetmiyorum kendimi de bu yüzden uyuyamıyorum da, ıvır kıvır...

maksat akşam geçsin, içimiz huzurla dolsun, tv başında pineklemeler azalsın.
devam.

10 Ekim 2011 Pazartesi

hep bu mevsimde geliyor içime, bişeyleri değiştirme, yenileme, illa ki bişiyler araştırma internetten, ordan burdan. yine bulduk didikleyecek bi konu bir haftadır onunla yatıp kalkıyoruz. yeni okula başlayan çocuklar gibi beslenme çantamız bile hazır.

bi de didem bize gelince pek seviniyoruz sanki. sessiz sessiz kalkıp oturuyoruz, çocuk kalksın da ne istiyorsa yapalım diye. her geldiğinde kahvaltıda krep istemese iyi de illa da krep yap abla. o olmazsa pişi. e ben inip-çıkıp durmuyorum tabi taşkışlanın merdivenlerini, yediğim benimle bir ofis sandalyemde büyüyor. bi de yazık bu kızın yağmur yağdığında giyecek monto yokmuş, garibim(!). sponsor olun bana diyince 3 kişi 3'te 1'e fitleştik, pazar günü ne alırsan al, 3te 1 fiyatına oldu yani onun için. en son semihe 25 kuruş verirken gördüm, hep bu küsüratlı etiketler yüzünden.

biraz da alışveriş konusunda şu kızdan feyz almalıyım, bi insan böyle şöyle model bi pantolon istiyorum abla diyip, ilk giydiğini şıp diye nasıl alabilir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...