31 Ocak 2011 Pazartesi

süt postlarını mim sanıp, atlarım ben de

sütü buz gibi, dolaptan çıkar çıkmaz içebilirim
bir dikişte de içerim ki dışarıda ılımasın.

bana çocukken sütlü çay içirirlermiş
babannemin icadı,
sonradan öğreniyoruz ki ingilizler de böyle içermiş çaylarını
yani biz babannemin büyütebildiği 3 kuzen ingiliz veletleri gibi büyütüldük aslında
sonra o sütlü çay kupasının içine ekmek doğrayıp, üstüne bir de toz şeker serpip, yerdik
ama küçükken, ıyyk
insan küçükken herşeyi yiyebiliyormuş...

bir de topkek ve süt favorimdir.
kakaolu topkek ama.

bu postu hemencecik yazmalıyım diye acele ederken gorkisanın görselini çalıvermişim.
af diliyorum.

































ayçi'ye ve gorkisan'a sevgiler...

ne kıskancım yarabbim...

30 Ocak 2011 Pazar

çatlak kurabiye ile başlayıp tombaladan çıkar gibi gelen sufle ve tatlı krizimin sonuçları

sevgili Pınar'ın çatlak kurabiyesini öğrendim ya kendimi fasülyeden saymıyorum artık. ilk seferde de tam tutturdum tadını, tam da eşimin ailesinin bize ilk geldikleri akşamda. şanı aileye yayılmış, tarifini verdiğim kişi de kaybedince kağıdını, ilk tatilde gittiğimizde hadi şu kurabiyenden yap da bayramda gelen misafirler de ikram ederiz dediler. beni bastı tabi terler, stres mi desem ölçü iki katına çıktı ondan mı, bi de hassas olunca bu çatlaklar, dümdüz yayıldılar tepsiye. görüntü yok, tadı yerinde. ben olmadığımda gelen misafirlere kuzen reklam yapmış: gözünüzü kapatın yiyin, görüntüyü boşverin. neyse ki güzel yaptığımı gören/tadan şahitlerim var, içim rahat.

dünkü tatlı krizim sırasında aklıma düştü, aldım elime mikresimi. ama yine biyerde dikkatimmi dağıldı artık ne oldu yine tutmadı. önce kurabiye kıvamında yuvarlanmak istemediler, önceki tecrübeme dayanarak kendilerine kek gibi davranıp cupkek kağıtlarına koydum. olması gerektiği gibi çatladııııı, fırından çıkınca da çöktü.
























tam tepsinin başında tüh tühlenirken, zil çaldı, pizzacı çantasından sufle çıkardı, sıcacık. başka bir şey isteseymişim keşke. bu tatlı krizinin ortasında beni en iyi kesecek ya çatlamış ve çökmemiş kurabiyeydi ya da sımsıcak çikolatalı sufle. geçen pizza siparişimizde 3 tl fazla para çekilmiş, pek nazik evimizin pizzacısı da iadeye gelmiş. eli de boş gelmemiş, özür mahiyetinde sufle getirmiş. sıcacık. tam da zamanında.

bu supriz gelen sufleyi tek başıma hüpletmek, kendi tatlı krizimi bastırmış, sevgiliye kalan çökük çatlaklara da vicdanım razı olmamış, hazır elimi bulaştırmışken elmalı kurabiye de aradan çıkıvermiş...








27 Ocak 2011 Perşembe

sorun ben de mi. yoksa hayatın gerçekleriyle çok mu geç yüzleşiyorum.

şaşıyorum
1634 tane kişiyi listende "arkadaşım" diye tutuyorsun da
emek emek kurduğun ilişkiyi, 2 sene aynı evde yaşadığın "eşini" çat diye nasıl silebiliyorsun be insan!
elin o "tık"tamıydı, bitse de gitsek der gibi...

hayallere, emeklere, ailelere üzülüyorum...
garip bir takıntı yüzünden değişen insanlara üzülüyorum...



fotoğrafın, yukarıdaki yazıyla hiçbir alakası yoktur.
fotoğrafın, aşağıdaki yazıyla alakası vardır.

benimle ömür geçer mi ki? dedim
senle geçirmeye ömür yeter mi? dedi
işte bu bana bir ömür yetti

-Özdemir Asaf-

26 Ocak 2011 Çarşamba

yeni moda


her çivisini bizzat kendimiz
zevkle çaktığımız için mi ne
ev kuşu olduk çıktık biz...

25 Ocak 2011 Salı

bir koku yetermiş alıp başımı gitmeye

olmadık bir yerde bir şarkı takılır ya kulağına, çook eskiden döndüre döndüre dinlediğin kasetlerden bir şarkıdır. için cızz eder. birden herşey kocaman olur ve kendini o teyibin başında hissedersin.

ben de bir kokunun peşine takılıp gittim, bitsin artık diye her daim söylendiğim üniversiteye...






















o zurnanın zırt dediği öss var ya, ne mühimdi yarabbim. sınava girilecek yer kaç gün önceden gidilip ziyaret edilirdi. aman rahatmı, güneş geliyormu, eğrimi doğrumu...biz de toplanmıştık bütün arkadaşlar gezmiştik okulları. bi benimkine gitmedik, çok uzak diye kimse istemedi (arkadaşlarmış bi de peah).

sonra sınav günü sen okula bir git, karşında eğik kocca bir masa üzerinde ne kalem durur ne su, oturasın diye de ortası delik ahşap tabure! bu ne yaa! şimdi ben kaç sene çalışmamın cevabını şu tabure üzerinde mi vericem???

evet verdim. hem de öyle bi süper vermişim ki, ösym amca 3 saat yetmez 4 sene otur o taburede dedi, üniversitedeki 4 senem aynen eğik bir masa başında, ortası delik ahşap tabure üstünde geçti.

şimdi de kardeş aynı masalarda sinekleniyor, söylene söylene. bilmiyor, kıymetini sonradan anlayacak...

bu haftasonu işte bu şuçlular, aldı beni Taşkışla'nın ortayerine attı...
bilmem artık kaç gün kalırım oralarda...












24 Ocak 2011 Pazartesi

bu haftasonundan ne umdum, ne buldum...

umduğum:
kardeşle istiklal gezmecesi, bütün pasajlar gir-çık, renkli renkli elbiseler, fotoğraf çek, kahve iç, yemek ye, galataya in, sonra beşiktaşa git, gez gez...
bulduğum:
stresin tavan yaptığı iki delinin evi, iki bilgisayar, autocad, sandalye saymaca, planda ağaç arama, o iki deliye autocad öğretmeye çalışma...


umduğum:
yeniköy'de mantı yeme, sinema, boğazda yürüyüş, bebek'te waffle, sıcacık evimizde bir ohhh çekme...
bulduğum:
bel ağrısı, bel ağrısı, bel ağrısı; yatış...

18 Ocak 2011 Salı

kendime not

ne çok iş var. yığın yığın hem de
elimizde top çevirirken ayağımızla da tempo tutuyoruz gözümüz de karşımızdakini görüyor, ne konuşuluyor duyup, anlıyoruz.

bi nefes almalık uğruyorum buraya,
oh içim açılıyor
bu yoğunlukta yazasım geliyor.




















bir de ben bugün kalktım,
kahvaltı hazırlarken istiklal marşını söyledim
10 kıtası birden hala ezberimdeymiş.
aferin bana.
sanırım rüyamda görüyordum, devam ettim.

bir daha aniden yataktan kalmayayım...

12 Ocak 2011 Çarşamba

fun-da-mentals

yazacağım şeyi düşündükçe hala gülüyorum.

sen çok yaşa e mi canım sevgilim

sürprizin için kocamaan teşekkür...


Cem Yılmaz gösterisinin 2. gününde oradaydık efennim
.
özetle:
evet, gülmekten boğazlarım ağrıdı.

11 Ocak 2011 Salı

ben yine bi gidip geldim

yolculukları sevmiyorum.
anlaşıldı.
uçağa da binince
motorun sesi mi değişti, aha sallandık, yavaşladık işte, durcak şimdi, çakılcaz yere
diye kura kura 50 dk elli saat oluyor
benim kafa da bi dünya tabi

sabah bu stresle git
bütün gün, kışı kış olmayan, unuttuğum akdeniz ikliminde, kabanla 23 derecede bir gün geçir.
üstelik güneş gözlüğüm bile yokken,
güneş de her daim gözümün içine içine girerken araba kullan.
akşam yine aynı stresle dön.
havada geçirdiğin dakika kadar uçak park edecek yer arasın.
dön dön...
sonra kendini havalimanından zor dışarı at.
dışarısı:
istanbula hoş geldiniz
trafik!

bodrumdan sonra da hiiç çekilmiyor canıııım.

7 Ocak 2011 Cuma

bir gördüm ki seni, artık çekik gözlüler bile aramıza giremezdi





arkanda made in prc bile yazsaydı,
yine de alırdım seni koynuma
öyle bi sevdim yani,
ilk görüşte

elmam!
...











5 Ocak 2011 Çarşamba

biri beni durdurmalı

evimizin tek yeni yıl süsü bu gariban kozalaklardı

onlar da bi hediye paketinin üstünde geldi








zaten yeni yıla girerken de tek isteğim vardı:
"o anki mutluluğumuz hiç bozulmasın"
dedim içimden,
sarıldık, öpüştük
ohh oh.
sonra kaldığımız yerden, konserin havasına yeniden girdik.


aklım evdeki süslerimde kaldı desem
yalan olur
iki kozalak, ikibaşlarına kutladılar yeni yılı


bir de elimde bu kar taneleri vardı
bi zaman yaptım
sonra hiçbiyere asmadım
şimdi 
belki 2012 yılbaşısı için belki de öylece bir kapı süsü olmak için durmaktalar bir köşede


























daha ne yapsam diye düşünürken
düşündükçe internette taranırken
yeni yıldan bir istediğim daha geliveriyor
-her gençkızın rüyası
singer dikiş makinası-




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...